Sabırsızlığın Kimyası: Dopamin Tuzağı

İnsanoğlu tarih boyunca sabrı bir erdem olarak gördü. Oysa modern çağ, sabrı değil anlık tatmini kutsuyor. Bir tıkla açılan dizi bölümleri, elimizin altında sınırsız yiyecekler, sürekli akış halinde bildirimler… Tüm bunların ortak noktası, dopaminin bizi daima bir sonrakine koşturan sesi.
Dopamin, ruhsal denge hali, motivasyon, güdülenme, haz alma ve ödül hissi için gerekli, tıpkı halk arasında ‘mutluluk hormonu’ olarak bilinen serotonin gibi bir moleküldür. Beynimizin diğer tüm doğal kimyasal ürünleri gibi niceliksel ve niteliksel olarak dengeli bir düzeyde olması gerekir. Ancak modern çağın kapitalist sistemi altından, benzinden, titanyumdan çok daha değerli bir cevher alanı keşfetti: ‘’Beynin ödül merkezine giden yolda dopaminin kısa devre etkisini ! ‘’
Beynimiz haz alma, ödüle ulaşma, doyum arayışı gibi durumlara karşı evrimsel süreç boyunca hassas ve kırılgan oldu. Dürtülerin ve hazzın gürültüsünü toplumsal düzen, etik ilkeler, ahlak kuralları, görgü ve gelenekler bir oranda dizginlemeye yardımcı oldu. Ancak bu davranışsal örüntü, sürdürülebilir düzenli, belli bir tüketim kapasitesi olan ve her şeyden öte ‘doyabilen’ bir insan anlamına geliyordu. 19.yy’da sanayi devrimi ile birlikte aşırı üretim kapasitesini dengeleyecek bir tüketim talebi gerekti. Bu kısır döngü yıllar içerisinde kolay ve hızlı tüketmeyi, çabuk elde edebilmeyi, yaşamın hızlanmasını sağladı ve görünürde insanların hayatı kolaylaştı. Modern çağ bu noktada dopamini kendi lehine kullandı. Beynin ödül merkezine giden yollarda dopaminin kendi doğal salınımını etkileyip adeta bir kısa devre yaptırtarak ödül ve haz merkezinin daha çok çalışmasını, bireylerin sürekli mutlu olma, eğlenme, haz alma ihtiyacı duymasını indükledi. Fast-food tarzı ürünler, dijital ekranlar, çok hızlı değişen sosyal medya akışları, yüksek görselliğe ve uyaran bombardımanına sahip bilgisayar veya konsol oyunları gibi unsurlar bu biyolojik tepkimeyi başlatırken, kapitalizmin tüketime dönük propaganda fırtınası da bu sürecin kültürel ayağını oluşturdu. Sosyal medya beğenilerinde, çevrim içi alışveriş sepetlerinde, “bir sonraki bölüm” tuşunun altında hepsi beynimize küçük vaatler fısıldadı: “Bir sonrakinde daha fazlası var.” Oysaki bu tatmin kısa sürdü ve arayış hiç bitmedi. Çünkü dopaminin şarkısı, “tamam artık” demez; hep “devam et” der.
Tıpkı evrende bulunan her şey gibi dopamin de sonsuz bir üretime sahip değil. Kendisi bile beynimizin küçücük hücrelerinde gıdalarla aldığımız proteinlerden sentezlenmeye muhtaç. Ve evet bu sentezlenme hızı tüketim kapasitesini karşılamazsa dopaminin giderek azalmasına bağlı olarak ödül merkezi şalteri indiriyor. Güdülenmek, tatmin olmak, mutlu olmak giderek bir meydan okuma halini alıyor. Bunun da etkisiyle boomer kuşağının yeni tanımlanan x,y,z,alfa,beta,teta,omega,epsilon…kuşakları için dediği ‘’ellerinin altında her şey var, ancak yine de mutlu değiller’’ dediği tablo ortaya çıkıyor.
Dopamin sanıldığı gibi mutluluk değil. O, bekleyişin kimyasıdır. Henüz gerçekleşmemiş arzuların, köşede duran ihtimallerin, gelecekten gelen davetin sesi. Bir şeyi elde etmeden hemen önce duyduğumuz heyecan, kalbimizi hızlandıran merak… işte dopamin orada gizlidir. Bu yüzden en büyük coşkumuz, ödülü aldığımız anda değil, ona yaklaşırken yükselir. Eskiden bir mektup günlerce beklenirdi, bekleyişin kendisi mektubun değerini artırırdı. Şimdi mesajlar saniyeler içinde ulaşmazsa huzursuz oluyoruz. Eskiden mevsimler döngüsünü izlemek sabrı öğretirdi; kışın karını beklemek, baharda tomurcukların açışını görmek. Şimdi ise elimizde kaydırdıkça bitmeyen bir ekran var.
Dopamin bizi diri tutar, hedefe yöneltir, merak ettirir. Onsuz hayat renksiz olurdu. Ama fazlası, ruhumuzu aceleye boğar. Daha çok tüketmeye, daha hızlı tüketmeye, yetinememeye iter. Sabır unutulur, tatmin kısalır, huzur kaçar. Belki de yeniden öğrenmemiz gereken şey şudur: Bazen dopaminin çağrısına uymamak. Bir sonraki bölümü hemen açmamak, mesajı bekleyebilmek, küçük bir arzuyu erteleyebilmek. Çünkü ruhun gıdası yalnızca hızlı tatmin değil, bekleyişin dinginliğidir de.
Dopamin sesi hep ileri çağırır; ama ruhun huzuru bazen bir sonraki adımda değil, olduğun yerde kök salabilmektedir.