Yaşama Tutunamamak
Tüm pozitif bilimlerin babası fizik der ki: ‘’Evrende bir nokta üzerinde biriken kütlenin yaptığı baskı o noktayı geri dönüşümsüz şekilde dağıtır’’
İntihar, bir insanın kendi varlığını sona erdirme eylemi. Ne kadar anlamlandırılmaya çalışılsa da insan zihnindeki boşlukları tam manasıyla dolduramayacağı, sorduğu sorulara tatmin edici yanıt alamayacağı bir kavram. Çoğu zaman dışarıdan bir “tercih” gibi görünse de, aslında kişinin içinde sessizce büyüyen bir tükenmişliğin ifadesidir. Bu tükenmişlik, ölme isteğinden çok, artık bu şekilde yaşayamamaya olan inançtır. İnsan ruhu bazen öyle bir noktaya gelir ki, sürdürdüğü hayat kendisine ağır gelmeye başlar. İntihar tam da bu ağırlığın sessiz bir dışavurumudur. İnsanın geçirmiş olduğu güzel günler, mutlu anılar, keyif dolu yaşam anları, her biri olumsuz olaylara, duygulara yenik düşer. Beyaz siyah tarafından adeta yutulur. Sorunlara çözüm arayışı her seferinde bumerang gibi geri döner, duvardan geri seker. Çaresizlik hissi, karamsarlık yetersizlik şemasını aktifleştirir. Artık bildiği şekilde tüm yolları denemiş olan zihin ‘’dünyaya sığamıyorum’’ inancına sarılır.
Zihnin kaldıramayacağı en büyük acılardan biri, kendi varlığının ontolojik bir sorun öğesi olarak etiketlenmesidir. Birey kendi kalemini kırsa bile bunun geri dönüşü olmayacağını bilir. Bir kez eyleme başvuruldu mu artık geri dönüşü yoktur. Sonrası ise hiçliktir. Hele ki inançlı bir insan için ‘’Allah’ın verdiği canı Allah’tan başka kimse alamaz’’, ‘’İntihar edenin cenaze namazı kılınmaz’’, ‘’İntihar eden, Allah’ın verdiği emanete hıyanet ettiği için doğrudan cehenneme gider’’ şeklindeki topluma kök salmış basmakalıp söylemler ruhu iyice sıkıştırır. Ancak içsel dünyada artık geri dönüş yoktur, karar nettir: ‘’Bu acıyla bir saniye daha var olamıyorum.’’ Bu bir ölüm isteği değildir aslında, acıdan kaçıs stratejisidir ve acı o kadar yoğun olur ki, ölüm tek kapı gibi görünür. Edwin Shneidman’ın intihar teorisine göre psişik acı o denli yüksektir ki daralan zihin başka seçenek göremeyecek kadar esnekliğini yitirir. İntiharın son evresi olan eylem anı ise bir hayli mistik bir süreçtir. Psikoloji kuramcılarına göre intihar eyleminden önceki 15 dk-2 saat arası dönemde kişi bir dissosiyatif tünele girer. Bu sırada gerçeklik algısı kaybolur, duygular donar, acı hissi dağılmaya başlar, mantık işlemeye devam etmez, beden otomatik pilota geçer. Bu anda geri dönüş yoktur çünkü ölümün ne olduğu bile zihinde sağlıklı temsil edilmez.

Toplumda yaygın olan bazı yanlış inanışlar, intiharı “zayıflık”, “ilgisizlik” ya da “dikkat çekme” olarak yorumlar. Oysa intihar düşüncesine sahip birçok insan, dışarıdan bakıldığında güçlü, çalışkan, sorumluluk sahibi, hatta çevresine destek olan kişiler olabilir. Bu nedenle intihar, dışarıdan tahmin edilebilen bir süreç değildir; çoğu zaman kişinin iç dünyasına ait, görünmeyen bir yolculuktur. Bu süreçte birey kimseyi cezalandırmayı ya da suçlamayı hedeflemez; hatta çoğu, çevresine yük olduğunu düşünerek bu kararı bir “yüksüzleştirme” olarak algılar. Bu yüzden intiharı kişinin çevresiyle ilişkilendirmek adil değildir; zira bu karar, tamamen kişinin içsel deneyiminin gölgesinde verilir. Nasılsa bireyler yaşıyorken de şartlar ne olursa olsun eylemlerinin birinci sorumluluğu kendilerine aitse, ölüm anında aynısı geçerlidir.
İntihar sonrası geride kalanlar çoğu zaman “Daha fazla ne yapabilirdim?” sorusuyla baş başa kalırlar. Oysa intiharda tek bir sebep yoktur; kimse tek başına belirleyici değildir; hiçbir insanın varlığı ya da yokluğu böyle büyük bir acıyı engelleyemez veya başlatamaz. Bu nedenle intihar, bir kişinin ya da bir davranışın sonucu olarak yorumlanamaz; çok boyutlu, karmaşık ve bireye özgü bir süreçtir.
İntiharı önlemenin yolu insanlara öğüt vermekten ya da onları “güçlü olmaya” zorlamaktan geçmez. Asıl iyileştirici olan şey, kişinin kendi duygularını ifade edebileceği, yargılanmadan anlaşılabileceği bir alana sahip olmasıdır. Bazen bir insanın yaşama tutunmasını sağlayan şey, karşısındaki kişinin çözüm üretmesi değil, sadece içten bir şekilde dinlemesidir.
Toplum olarak da intiharla ilgili konuşma biçimimizi dönüştürmemiz gerekir. Yargılamayan, suçlamayan, genellemeyen,doğru-yanlış çizgisine sıkıştırmayan bir dil. Çünkü intihar, siyah-beyaz bir olgu değil; insan ruhunun gri bölgelerinde filizlenen bir yaradır. Belki de intiharı anlamaya çalışmanın en insani yolu, insanın kendi karanlığıyla karşılaşmak yerine onun elinden bir mum tutmaktır.

Çok faydalı bir yazı kaleminiz sürekli olsun.