Kendini Sevmenin Gücü: Narsisizmin Sağaltıcı Yönü

Narkissos, olağanüstü güzelliğiyle tanınan bir delikanlıdır. Ancak başkalarının sevgisine kayıtsızdır, kimseyi beğenmez. Tanrılar bu kibirli tavrı cezalandırır: Bir gün suya eğildiğinde kendi yansımasını görür ve ona âşık olur. Kendi yansımasından kopamaz, günlerce suyun başında kalır, sonunda orada solup gider. Efsaneye göre öldüğü yerde “nergis çiçeği” açar.
Mitolojik bu anlatı, kişinin kendi benliğine aşırı hayranlık ve bağımlılığı sembolize eder. Modern çağda sıkça kibirli, ukala, kendini beğenme gibi kavramlarla özdeşleşmiş olan narsisizm kimsenin kendisine yakıştırmak istemeyeceği sıfatlardan birine dönüşmüş durumdadır. Oysaki psikoloji literatüründe narsisizm ruhun en temel beslenme kaynaklarından birisidir. Her birey kendi benliğine ve varlığına değer biçme, görülme, onaylanma, takdir edilme, sevilme, beğenilme, ödüllendirilme ihtiyacı hissetmektedir. Doğumundan itibaren tam anlamıyla bakıma muhtaç olan bebeğin zihin dünyasında annesi aslında kendisinin bir uzantısı veya devamından başka bir şey değildir. Bebeğin hayatta kalmasına yardımcı olan bu narsisistik kavrayış, 2 yaş sendromu olarak bilinen ve çocuğun benmerkezciliğinin zirveye çıktığı dönemde de devam eder. Birey için anne karnından çıkıp hayata gözlerini açmak aslında çok büyük bir kayıptır. Çünkü beslenmesi, nefes alması veya diğer gerekleri için herhangi bir çaba sarf etmesine gerek yoktur. Zaten her şey bütünüyle hazır olarak ona gelmektedir. Ne zamanki o göbek bağına kesik vurulur, insan için yaşamın ızdırabı başlar. Bu ızdırabı yeniden mantıksallaştırılabilmesi için insanın kendi benliğine yatırım yapması, varoluşunu anlamlandırması gerekir. Bu süreç kendi gücünü, sınırlarını test etmeye, ‘ben kimim’ , ‘neyim’ , ‘amacım ne’ , ‘neler yapabilirim’, sorularını sormaya, bunlara uygun cevaplar bulmaya iteler. Oyunda yaptığı mızıkçılıktan ebeveyniyle kıyasıya giriştiği mantıksız inatlaşmalarına sebep aslında budur.
Aynalanma (mirroring) ihtiyacı narsisistik gelişimin ve kimliğin bütünleşmesinin en temel ihtiyaçlarından biridir. Çocuk gülümsediğinde annenin buna tebessümle yanıt vermesi, bir şey başardığında gururla alkışlanması, anlattığı küçük bir hikayenin dikkatle dinlenmesi… Tüm bunlar çocuğa şu mesajı verir: ‘’Sen önemlisin, sen değerlisin’’. Bu aynalanma sayesinde çocuk kendi benliğini görmeyi ve değerli hissetmeyi öğrenir. İleri dönemde de bu ihtiyaç devam eder. Gelişim döneminde yaşanan ciddi hayal kırıklıkları, uygun şekilde aynalanmayan çocuklar, duygularına karşı kör bir çevrede büyüdüğü hissine kapılan çocuklar veya ebeveynlerinin ‘prens’ ve ‘prensesleri’ olarak büyütülen çocuklar için yetişkinlikte kişiler arası ilişkilerde ciddi zorluk ve toplumsal hayata entegrasyon riski mevcuttur.
Çocuklukta aynalanma dışında ayrıca güçlü bir figürü idealleştirmeye de ihtiyaç duyarız. Çocuk için anne, baba ya da bir otorite figürü ‘her şeyi bilen, koruyan’ olarak yaşanır. Bu idealleştirme çocuğa güven ve yön duygusu verir. Sağlıklı gelişimde bu idealler zamanla gerçeklikle dengelenir. Çocuk büyüdükçe anne-babasının hataları olduğunu da görür ama bu çocuğun ebeveynlerine olan sevgi ve saygısında bir eksilmeye neden olmaz, hatta bu benliğin olgunlaşmasını ve kırılmalara karşı dayanıklı olmasını sağlar. Ancak hakarete, aşağılamaya, hakir görmeye tanıklık eden, bizzat yaşayan, güçlü olmanın sürekli olarak empoze edildiği ortamlarda büyüyen çocukların eninde sonunda hayal kırıklığı yaşaması kaçınılmazdır. O zaman bu kişiler ileri dönemde devamlı olarak kusursuz bir otorite arayışına girecekler, devamlı olarak bir şeyleri ülküleştireceklerdir. Çünkü kendi benlik saygısı tamamlanmamış olanlar bunu ancak idealize ederek tutunmak isteyecekleri nesneler aracılığıyla yapabileceklerine inanmaktadırlar.
Çevremizi, yakınlarımızı seçme veya şekillendirme olanağımız kısıtlıdır. Markette parası olmayan annesinden dondurma veya oyuncak istediği için suratına tokat yiyerek terbiye edilen çocuk için, her yaptığı işi, yemeği, temizliği kayınvalidesi tarafından eleştirilen gelin için, ağzıyla kuş tutsa burnunla niye tutamadın diye geri bildiri alan çalışanlar için, üniversite sınavında başarı yapamadı diye yüzünü asan babanın evladı için… İnsanoğlu için sağlıklı ve patolojik narsisizm ayrımı şüphesiz her çağ için geçerli olabilecek bir dualizmdi. Ancak mevcut dünya düzeninde insan kendini daha değerli hissetmesi için bir şey ‘olmak’ yerine bir şey ‘yapmak’ zorunda bırakılmış durumda. Hayırlı bir evlat olmak yerine sınavda derece yapmak, çocuğunun ihtiyaçlarını elindeki tüm imkanlarına göre karşılayan anne olmak yerine alım gücü yüksek diğer anneler gibi çocuğun tüm isteklerini yapmak, dürüst ve düzenli ama yeterli bir çalışan olmak yerine, şirketin veya kurumun tüm sorumluluğunu üstlenebilecek beceride iş yapmak… Aslında sadece ve sadece olduğumuz şeyler için değerliyiz. Her şeyin önümüze hazır geldiği anne karnındaki cennetten koparılıp bu hayata geldiğimiz için, evlat-anne-baba-çalışan-iş veren-öğrenci….olduğumuz için değerliyiz. Sürekli olarak bulunduğumuz pozisyonu sabote edip yüz çevirdikçe, olduğumuz şeyler için müteşekkir kalmadan bir şeyler yapmaya çalıştıkça ruhumuzun en önemli vitamin kaynaklarından biri olan narsisizmi sağlıklı şekilde yaşayamıyoruz.
Narkissos’un ardından açan nergis, insana şu dersi fısıldar: Kendi yansımasına gömülen ruh solmaya yazgılıdır; fakat ölçülü bir özdeğer, benliği her defasında yeniden yeşerten gizli bir bahardır.