Cevat AKKANAT’ın Şiirleri Üzerine (Bir Eleştirel Dipnot)-4

Aynı dönemin ürünü olan ‘Tan Tan Traska!’ da (1986-1987) yine sözcük oyunlarının şiir hesabına daha ritmik ve gerçekçi nitelikler kazandığı bir kitap. Bu kazanç şiirin nesnel bağlılaşım ilkesine riayet etmesinden güç alıyor. Bu kez aşağı doğru bir iki sözcükle sarkan ve yan yana üç beş sözcükle ve belli harflerin sık tekrarlanmasıyla sağlanan rezonans daha akıcı bir bütünlüğe ulaşmış görünüyor. Şiir nesnel gerçekliğini bir çocukluk oyunundan alıyor. Çocukluktaki oyun, yaşam oyununu açıklamanın bir mazereti yapılmış bu yoldan.
Bir bakıma olan’ı açıklamada, bir paravan niyetiyle kullanılıyor ‘olmuş’. Bu açıklamanın duygusal bir düzen getirdiği ise açık. Nihayet aşka, umuda, yarına zar atmış bir şiirle muhatabız. Üç uzun şiirden oluşan kitap, başka bir açıdan ise bir sınanmanın şiiridir. Olup bitenlere itiraz eden, bazen isyan bayrağı çeken şair, temas ettiği her şeyi, kendini tanımanın, yaşamı tanımlamanın nesnesi yapmıştır. Bu tanımlama çabasının 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yarattığı buhran koşullarında, 23 yaşında yapıldığını anımsatalım. Kitabın duygusal tonu, biçim ve içerikte çocuksu olumsuzlukla yüklü. Memlekette üretilen sahte ve yapay şartlarda çoğunluğun gönüllü gönülsüz oynadığı oyuna bir karşı çıkışı ifade eden bu şiirin ritmik planı fena görünmüyor. Fakat konuşma dilinde dolaşıma giren kısa ifadelerin toplamı düz cümlenin parçalanmış şekline çıkıyor. Keşke aşırı yüklemli konuşmasa diyeceğim. Hatta fiiller tümüyle saf dışı bırakılsa, bence amacına daha büyük planda ulaşabilirdi şiir. Yeniden tanzim edilmiş eksiltili ifadeye güzel bir örnek vereyim: ‘egemenlik marşları kutsal törenler / kutsamalar / ulu devlet / köledir insan / köpek kuduruğu’
Kitabın ‘Aşk Şiiri Sana’ adlı ikinci kısmı 11 bölümde kurulmuş. Taşıdığı duygusal yükün niteliğine bakılırsa tipik bir aşk şiiri. Anlatımın yapısı, oldukça kişisel argümanlarla ıralı. Şiirin 1987 İzmir doğumlu olduğunu söyleyelim. Demek önceki şiirle aynı yaşta yazılmış. Günlük konuşma dilinin rahatlığı ve akıcılığı içinde, dizelerin sözcüklere kadar parçalandığı bir biçimle gelmiş Akkanat. Bu biçimsel inşanın yenilikçi bir anlayışa ilmek attığı söylenemez. Mayakovski’den Nazım Hikmet’e, Apollinaire’den E.B.Lav’a, Türk ve dünya şiirinde sayısız örneklerini gördüğümüz bu tip denemelerin, bugün artık içerik olarak kavrayış seviyemizi yükseltecek bir temele oturmasıyla meşru bir konuşma tarzına kavuşabileceğini düşünüyorum. Böyle düşünüyorum da şiirin neredeyse kırk yıl evvelinden genç işi olduğunu unutuyor değilim. Aşk amacına hizmet eden bu tip şiirlerin eli yüzü düzgün bir görünüm kazanması için en azından klişe deyişlerden arınmış bir sözceyi öne almalı kanımca. Ayrıca konuşma dilinden şiirsel plana geçişlerde abartılı yüklemli bir dizgeyi geride bırakmalı. Akkanat kitap boyunca uzanan şiirlerinde, dönemin ağır siyasi koşullarından sevdiceğine, karamsarlıktan umuda taşınmanın yollarını aşk ve siyasi bilinç üzerinden araştırmaya koyulmuş. Böylece yaşam gerçeğinin anlaşılmasında, aşk, çocukluk, şiir sanki bir mazerete dönüşmüş gibidir. Benzer duyarlık kitabın son şiirinde de işliyor. Nihayet şair yarına dair umutlarını pek insanca duygularla yârin koynuna sığınmakla büyütebileceğine varmış görünüyor. Sadece varmış değil kendi duygularına fazlaca iman etmiş. Öyle anlaşılıyor ki genç şair bu fazlalıkların dayattığı klişelere çok takılı kalmış. İlk izlenimlerden gelen atmosfere kendini fazlaca kaptırmış. Böyle olunca form ve içeriğin şiirin gövdesini cılız bıraktığı bir toplama ulaşılmış. Yine de konuşma dilinden aldığı cesaretle şiir namına araştırmacı kimliğini sürdürme kararlılığı genç şair hesabına takdir edilmeli.
Bu yazı Ali CELEP Tarafından Yazılmış olup, HABER EDEBİYAT (Edebiyat-Eleştiri-Düşünce) Sanal Dergisinden alınmıştır.