Hüzünlü Hatıralar

Üniversite talebelik seneleri. Arkadaşlarla Ankara Topraklık’ta bir bodrum katındaki odamızdayız. Kapı çaldı, genç bir amca, adı Hürkan Kurşaklıoğlu imiş. Teyzesiyle birlikte, apartman yöneticisi Lâtife teyzenin misafiri imiş, evde canı sıkılınca Lâtife teyze bizimle tanışıp sohbet etmesi için yollamış. GATA’ya kayıt yaptırmaya gelmişler. Nereden geldin diye sordum, İzmir’den gelmiş. Teyzesi Lâtife teyzenin arkadaşı imiş, öğretmenmiş. Adı da Mücellâ mı dedim, evet abi nasıl bildin diye merakla sordu. Ben onun ilkokul 2. sınıfta talebesi idim, içime doğdu dedim. Çocuk yukarı çıktı, az sonra Mücellâ hocamla birlikte geldiler. Hakikaten benim hocam imiş.
Aradan seneler geçti, şirket kurduk, Ankara Selânik Caddesi’nde büromuz var. Her sabah Kocatepe Camii arkasındaki sokağa arabamı park edip büroya yürüyorum. Bir gün önünden geçtiğim binanın 1. katında bir tabela gördüm: Dr. Hürkan Kurşaklıoğlu. Amca mezun olmuş, ihtisas yapıp kardiyolog olmuş ve muayenehane açmış. Uğrayıp hayırlı olsun diyeyim, tanıştığımız günü anıp sohbet edeyim diye niyetlendim ama acil(?) işler vardı -bu kahrolası acil işler nedense hiç bitmez-, yarın uğrarım dedim. Yarın oldu ama benim önemli başka işlerim vardı. Sonra başka “yarın”lar derken Hürkan’ın tabela değişti, Doç.Dr. oldu. Ben gene her gün binanın önünden geçip Hürkan’ı ziyaret planı yapıyorum. Bu arada tabela tekrar değişti, Prof.Dr. oldu. Benim bu “yarın uğrarım”lar -şaka değil- yanılmıyorsam 17 sene sürdü. Herhalde ihmalkârlık ve ertelemede kırılamayacak bir dünya rekorudur.
Gene aradan zaman geçti (2012 senesi), kızım Diloş’u dişçiye götürdüm. Dişçi röntgen çektirip gelin dedi ve bir adres verdi, gittik, bizim Prof. Hürkan’ın muayenehanesinin yan dairesi. Orada işimiz bitti, çıktık, Hürkan’ın kapısının önünden geçerken durdum, Diloş’a dedim ki; “Bak kızım, birazdan tarihî bir an’a şahit olacaksın, bu amca ile üniversiteye kayıt yaptırmadan önce tanıştık, şimdi prof oldu. Uzun zamandır uğramayı düşünüyordum, şimdi kısmet oldu, bakalım beni hatırlayacak mı…”. Kapıyı çaldım, sekreter açtı, “Hürkan hocayla görüşmek istiyorum” dedim. Teyze “Haberiniz olmadı sanırım, Hürkan hocamız dün vefat etti” dedi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü mü diyeyim donup kaldım mı diyeyim, o anki halimi anlatacak ifade bulamıyorum…
Bu haber bana çok tesir etti. Çok büyük bir üzüntü ve pişmanlık yaşadım. Onca sene nasıl oldu da çıkıp bir merhaba diyemedim diye hâlâ vicdan azab çekerim…
Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.
Hikâye burada bitmedi… Yaşadığım şoku atlatmak birkaç gün sürdü. Hürkan’ı daha önce aramamış olmanın pişmanlığının tesiriyle çok uzun süredir haberleşmediğim, daha doğrusu talebelik döneminden sonra hiç haber almadığım başka bir arkadaşı aramaya niyetlendim. Onu da Mülkiye’ye kayıt yaptırmaya geldiği gün tanımıştım. İlginç, uzun bir adı vardı: Oğuz Şahin Kürşat Han Çelik Hatipoğlu. Nüfusta tümü kayıtlı imiş. Çok sıradışı biriydi. Çok iyi İngilizce ve Arapçası vardı, çok da zeki idi.
Bir hafta kadar arkadaşlık ettik, sonra irtibatımız kesildi. Amcayı internetten aradım, buldum. Filanca ilçede kaymakam imiş. Telefon ettim, özel kalem açtı. Kaymakam beyle görüşmek istediğimi söyledim. Bir hafta önce vefat etti dedi. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.
Hikâye devam ediyor… Oğuz Şahin Kürşat Han Çelik Hatipoğlu’nun vefat haberi beni iyice sastı. Hafızamı yoklayıp gene çok uzun zamandır haberleşmediğim başka bir arkadaşı aramaya niyetlendim. Ben HÜ’ye başladığımda o da Mülkiye’ye başlamıştı: Mithat Kuşadalı. Bir süre müfettişlik yaptı, sonra vali yardımcısı oldu. Talebelik senelerinde görüşüyorduk. Mezun olduktan sonra bir defa müfettiş iken görüştük ama çok uzun senelerdir haberleşememiştik.
Babası Naci Kuşadalı hayatımda gördüğüm en müstesna İNSAN’lardan biriydi. İzmir’de Arı Kitabevi’nin sahibiydi. Üzerimde hakkı büyük olan, kâmil bir insandı.
Gene internet araması ile Mithat’ın Uşak Valiliği’nde olduğunu öğrendim. Valiliği aradım, İzmir Valiliği hukuk işlerine tayini çıktı dediler. İzmir Valiliği’ni aradım. Mithat amca geçen hafta vefat etti dediler. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.
Hüzünlü hatıralara daha sonra devam ederiz ama şimdilik bu kadarla iktifa edelim ve bu hatıraları paylaşma sebebime geleyim:
Gençler, amcalar, teyzeler; arkadaşlarla dostlarla -seyrek de olsa- haberleşmeyi ihmal etmeyelim. Eskiden cep telefonu ve internet yoktu. Haberleşmek kolay değildi. Şimdi bahane kalmadı. Kimin ne zaman göçünü toplayacağını bilemeyiz, belki dostlar gider belki biz önce gideriz, belli olmaz. Kaybettiklerimizin ardından yaşanan pişmanlığın telafisi yok. Allah hepimizi vefa sahibi kılsın, vefalı dostlar nasip etsin.