endülüs
0
ENDÜLÜS’E AĞIT ŞİİRİNİ ŞİMDİ GAZZE’YE AĞIT OLARAK OKUYALIM
Endulüs düşmek üzereyken oradan şair Ebul Beka el-Runi’nin de içinde olduğu bir heyet Osmanlı Devleti’nden yardım almak için İstanbul’a geldiler. Sultan ll. Bayazıd’ın huzurunda şair Ebul Beka, Endülüs Mersiyesini okuyup yardım istedi…
Ama maalesef o zamanki Osmanlı yönetimi de günümüz İslam Devletleri gibi korku içerisindeydiler. Bugün İtrail’den korkarken o günkü yöneticiler de Papalık korkusundan parmaklarını kımıldatamadılar. Endülüs’e yardım edersek tüm Avrupa’yı karşımızda buluruz ve haçlı seferi oluşur korkusu vardı. 
Güya Osmanlı’nın en güçlü dönemiydi ama güç korkakta olursa sadece komedi olurdu. Gücümüze uygun kükremedik ve Endülüs’ün yani İber Yarımadasının elimizden düşmesine ve Hristiyanlaşmasına göz yumduk…
Şimdi coğrafyamızın kalbinde ikinci bir Endülüs yaşanmakta ve yine aynı korku liderlerimizi sarmaktadır.
İsterseniz ben susayım şair konuşsun…
رِثاءُ الأندَلُسِ
یَا رَاكِبِینَ عِتَاقَ الْخَیْلِ ضَامِرَةً
كَأَنَّھَا فِي مَجَالِ السَّبْقِ عِقْبَانُ
وَحَامِلِينَ سُيُوفَ الْهِنْدِ مُرْهَفَةً
كَأَنَّهَا فِي ظَلاَمِ النَّقْعِ نِيرَانُ
وَرَاتِعِينَ وَرَاءَ الْبَحْرِ فِي دَعَةٍ
لَهُمْ بِأَوْطَانِهِمْ عِزٌّ وَسُلْطَانُ
أَعِنْدَكُمْ نَبَأٌ مِنْ أَهْلِ أَنْدَلُسٍ
فَقَدْ سَرَى بِحَدِيثِ الْقَوْمِ رُكْبَانُ
كَمْ يَسْتَغِيثُ بِنَا الْمُسْتَضْعَفُونَ وَهُمْ
قَتْلَى وَأَسْرَى فَمَا يَهْتَزُّ إِنْسَانُ
مَاذَا التَّقَاطُعُ فِي الْإِسْلاَمِ بَيْنَكُمْ
وَأَنْتُمْ يَا عِبَادَ الله إِخْوَانُ
أَلاَ نُفُوسٌ أَبِيَّاتٌ لَهَا هِمَمٌ
أَمَا عَلَى الْخَيْرِ أَنْصَارٌ وَأَعْوَانُ
يَا مَنْ لِذِلَّةِ قَوْمٍ بَعْدَ عِزِّهِمْ
أَحَالَ حَالَهُمْ كُفْرٌ وَطُغْيَانُ
بِالْأَمْسِ كَانُوا مُلُوكاً فِي مَنَازِلِهِمْ
وَالْيَوْمَ هُمْ فِي بِلاَدِ الْكُفْرِ عُبْدَانُ
فَلَوْ تَرَاهُمْ حَيَارَى لاَ دَلِيلَ لَهُمْ
عَلَيْهِمْ مِنْ ثِيَابِ الذُّلِّ أَلْوَانُ
وَلَوْ رَأَيْتَ بُكَاهُمْ عِنْدَ بَيْعِهِمْ
لَهَالَكَ الْأَمْرُ وَاسْتَهْوَتْكَ أَحْزَانُ
يَا رُبَّ أُمٍّ وَطِفْلٍ حِيلَ بَيْنَهُمَا
كَمَا تُفَرَّقُ أَرْوَاحٌ وَأَبْدَانُ
وَطَفْلَةٍ مِثْلَ حُسْنِ الشَّمْسِ إِذْ طَلَعَتْ
كَأَنَّمَا هِيَ يَاقُوتٌ وَمَرْجَانُ
يَقُودُهَا الْعِلْجُ لِلْمَكْرُوهِ مُكْرَهَةً
وَالْعَيْنُ بَاكِيَةٌ وَالْقَلْبُ حَيْرَانُ
لِمِثْلِ هَذَا يَذُوبُ الْقَلْبُ مِنْ كَمَدٍ
إِنْ كَانَ فِي الْقَلْبِ إِسْلاَمٌ وَإِيمَانُ
 
لكل شيء إذا ما تم نقصان ** فلا يغر بطيب العيش إنسان
هي الأمور كما شاهدتها دولٌ ****من سرَّهُ زمنٌ ساءته أزمانُ
وهذه الدار لا تبقي على أحد ** ولا يدوم على حال لها شانُ
يمزق الدهر حتمًا كل سابغةٍ** إذا نبت مشرفيات وخرصان
وينتضي كل سيف للفناء ولو ** كان ابن ذي يزن والغمد غمدان
أين الملوك ذوو التيجان من يمنٍ****وأين منهم أكاليلٌ وتيجانُ
وأين ما شاده شدَّادُ في إرمٍ ** وأين ما ساسه في الفرس ساسانُ
وأين ما حازه قارون من ذهب ** وأين عادٌ وشدادٌ وقحطانُ
أتى على الكل أمر لا مرد له** حتى قضوا فكأن القوم ما كانوا
وصار ما كان من مُلك ومن مَلك ** كما حكى عن خيال الطيفِ وسنانُ
دار الزمان على دارا وقاتله ** وأمَّ كسرى فما آواه إيوانُ
كأنما الصعب لم يسهل له سببُ ** يومًا ولا مَلك الدنيا سليمان
فجائع الدهر أنواع منوعة ** وللزمان مسرات وأحزانُ
وللحوادث سلوان يسهلها** وما لما حل بالإسلام سلوانُ
دهى الجزيرة أمرٌ لا عزاء له ** هوى له أحدٌ وانهد نهلانُ
فاسأل بلنسيةَ ما شأنُ مرسيةٍ ** وأين شاطبةٌ أمْ أين جيَّانُ
وأين قرطبةٌ دارُ العلوم فكم ** من عالمٍ قد سما فيها له شانُ
وأين حمصُ وما تحويه من نزهٍ ** ونهرها العذب فياض وملآنُ
قواعدٌ كنَّ أركانَ البلاد فما ** عسى البقاء إذا لم تبقى أركان
تبكي الحنيفيةَ البيضاءَ من أسفٍ ** كما بكى لفراق الإلف هيمانُ
على ديارمن الإسلام خالية ** قد أقفرت ولها بالكفر عمران
حيث المساجدُ قد صارت كنائسَ ما ** فيهنَّ إلا نواقيسٌ وصلبانُ
حتى المحاريبُ تبكي وهي جامدةٌ ** حتى المنابرُ تبكي وهي عيدانُ
يا غافلاً وله في الدهرِ موعظةٌ ** إن كنت في سِنَةٍ فالدهر يقظانُ
وماشيًا مرحًا يلهيه موطنهُ** أبعد حمصٍ تَغرُّ المرءَ أوطانُ
تلك المصيبةُ أنْسَتْ ما تقدَّمها ** وما لها مع طولَ الدهرِ نسيانُ
يا راكبين عتاقَ الخيلِ ضامرةً ** كأنها في مجال السبقِ عقبانُ
وحاملين سيوفَ الهندِ مرهفةُ ** كأنها في ظلام النقع نيرانُ
وراتعين وراء البحر في دعةٍ ** لهم بأوطانهم عزٌّ وسلطانُ
أعندكم نبأ من أهل أندلسٍ ** فقد سرى بحديثِ القومِ ركبانُ
كم يستغيث بنا المستضعفون وهم ** قتلى وأسرى فما يهتز إنسان
لم التقاطع في الإسلام بينكمُ ** وأنتمْ يا عباد الله إخوانُ
ألا نفوسٌ أبيَّاتٌ لها هممٌ ** أما على الخيرِ أنصارٌ وأعوانُ
يا من لذلةِ قومٍ بعدَ عزِّهُمُ ** أحال حالهم ْكفر وطغيانُ
بالأمس كانوا ملوكًا في منازلهم ** واليومَ هم في بلاد الكفرعبدانُ
فلو تراهم حيارى لا دليل لهمْ ** عليهمُ من ثيابِ الذلِ ألوانُ
ولو رأيتَ بكاهُم عندَ بيعهمُ ** لهالكَ الأمرُ واستهوتكَ أحزانُ
يا ربَّ أمٍّ وطفلٍ حيلَ بينهما ** كما تفرق أرواحٌ وأبدانُ
وطفلةٍ مثل حسنِ الشمسِ إذ طلعت** كأنما هي ياقوتٌ ومرجانُ
يقودُها العلجُ للمكروه مكرهةً** والعينُ باكيةُ والقلبُ حيرانُ
لمثل هذا يذوبُ القلبُ من كمدٍ ** إن كان في القلب إسلامٌ وإيمانُ
https://youtu.be/_sKMt6ty_3s?si=hA4Xsno43RWBHV_o
 
Endülüs Ağıtı
Ey ince asil atlara binenler
Yarış sahasında kartala benzeyen
Ey keskin Hint kılıçlarını taşıyanlar
Tozun karanlığında ateşe benzeyen
Ey denizin ardında bolluk içinde eğleşenler
Vatanlarında şan ve saltanata sahip oldukları halde
Endülüs halkından bir haberiniz var mı?
Ki kafileler onların ahvalini ulaştırmıştı
Kimi ölü kimi de esir nice mazlum bizi yardıma çağırıyor da
Hiçbir kimse kılını kıpırdatmıyor
Nedir bu kopukluk aranızdaki İslam’da?
Oysa siz ey Allah’ın kulları kardeşsiniz ya
Nerede o gayretli yüce gönüller?
Nerede hayrın yardımcı ve destekçileri?
Kimdir kurtaracak izzetin ardından zillete düşmüş milleti?
Öyle ki değiştirmiştir küfür ve zulüm onların hallerini
Oysa onlar dün hükümdardılar kendi diyarlarında
Bugün ise köle oldular küfür diyarında
Şayet görseydin onları şaşkın ve rehberleri yokken
Üzerlerinde zillet elbiselerinden çeşitler varken
Eğer görseydin ağlayışlarını (köle pazarında) satılırlarken
Bu durum seni ürkütürdü ve hüzne boğulurdun
Nice anne ve evlat birbirinden ayrılmıştır
Ruh ve bedenin birbirinden ayrıldığı gibi
Doğan güneşin güzelliğine denk pek çok genç kız vardır
Yakut ya da mercan benzeri
Sürüklemekte onu gaddar kafir zorla kötülüğe
Gözü yaşlı gönlü ise şaşkın bir halde
İşte böyle misaller ile kalp erir kederinden
Şayet o kalbin içerisinde var ise İslam ve iman
 
Her yükselen; bir gün düşer, inişler başlar zirveden
Ömrün mutlu günlerine niçin aldanır ki insan
Her şey değişir gök gibi, bir gün pırıl pırıl, bir gün bulutlu
Sen de öylesin işte, bugün güldürmüşse, yarın ağlatır
Her faciaya bir teselli bulursun belki ama
Unutulmaz İslam’ın uğradığı bela cihanda
Öyle bir felakete uğradık ki Endülüs’te biz
Üstümüze devrildi sanki, Şehlan ve Uhud dağları
Birer kilisedir artık camiler, mescitler
Her yanda çanlar, putlar ve baykuş uğultuları
Uyan ey gafil kişi, ibret denizi zaman
Sen uykuya dalmışsın da, asla uykuya dalmaz zaman
Size ey karşı kıtada, bin nimet içinde rahat
Ve mutlu yaşayanlar saltanat içinde
Sizin hiç haberiniz var mıdır Endülüs’ten
Bir siz kalmışsınız, duymayan halimizi
Onlar sizden yana çevirip gözlerini, ufuklara bakıp
Bir imdat beklediler, öldürülen asker, esir düşen kadınlar
Ya Rab! Nedir bu çatışma, bu ayrılık İslam arasında?
Ey kulları Hakkın! Kardeşsiniz kardeş.
Bir yardım duygusu yok mu sizde?
Alıp götürdü, neyimiz var, neyimiz yok, bir zulüm seli.
Dün sultan idiler, bey idiler kendi ülkelerinde
Bugün küfrün elinde bir uşak, bir oyuncak
Sen de görseydin çığlıklarını, çırpınışlarını ey tanrı kulu!
Ocağından koparılıp satıldıkları köle pazarlarında
O feryatlar, senin de koymazdı aklını başında benim gibi,
Koparır gibi bedenden ruhu, kopardılar anadan yavrusunu
Eritir her kalbi, bu anlattıklarımın birisi bile
Eğer varsa sende İslam’dan, imandan biriz ey insanoğlu.
 

Nazar değdi İslam’a Endülüs’te, bela üstüne bela
Yağdı yağmur gibi, o güzelim şehirler üstüne

Birer kilisedir artık camiler, mescitler
Her yanda çanlar, putlar ve baykuş uğultuları

Ey keskin kılıçlı kahramanlar ordusu,
Ey savaşın toz dumanı içinde kılıcı parlayanlar

Siz ey karşı kıtada, bin nimet içinde
Rahat ve mutlu yaşayanlar saltanat içinde

Sizin hiç haberiniz var mıdır Endülüs’ten
Bir siz kalmışsınız duymayan halimizi

Onlar sizden yana çevirip gözlerini ufuklara bakıp,
Bir imdat beklediler, öldürülen asker, esir düşen kadınlar

Ya rab, nedir bu çatışma, bu ayrılık İslam arasında
Alıp götürdü, nemiz var, nemiz yok, bir zulüm seli

Çevirmiş onları, dört yandan zillet uçurumları,
Dehşet içinde fırlamış gözleri, kimsesiz ve şaşkın…

Sende görseydin çığlıklarını, çırpınışlarını ey Allah kulu
Ocağından koparılıp satıldıklarını köle pazarlarında

O feryatlar senin de aklını koymazdı başında benim gibi
Koparır gibi bedenden ruhu, kopardılar anadan yavrusunu

Yeni doğan güneşin aydınlığı o kızlar ki
Öyle saf temiz, yakut ve mercandan dökülmüş sanki

O kızlar ki, sürüklenip sürüklenip saçlarından
Kirli yataklarına çekildi, kan kustu babaları

Eritir her kalbi bu anlattıklarımın birisi bile

Eğer varsa sende İslam’dan bir iz, ey insanoğlu

Arapçası
"ENDÜLÜS" Şiiri (Ebü'l-Beka er-Rundi)
 
 
youtube.com
 
“ENDÜLÜS” Şiiri (Ebü’l-Beka er-Rundi)
Ebu’l-Bekâ er-Rundî Sâlih b. Yezîd b. Sâlih b. Şerîf, er-Rundî nisbesiyle, Ebu’l-Bekâ (el-Makkarî,1968, II, 246; elMakkarî, 1980, I, 47) ve Ebu’t-Tayyib (el-Ensârî, 1984: IV, 137) künyeleriyle şöhret buldu. 601/1204 yılında doğdu ve 688/1284 yılında vefat etti. İşbilye yakınlarında bulunan bir şehir olan erRund’e nisbesinin onun bu şehirde doğduğunu veya en azından atalarının bu şehirde yaşadıklarını bildirmektedir (Lisânuddin el-Hatîb, 1975; III, 360-363; Rahhâl, 1966: 10). Buna göre, kendisinden Endülüs’ün son ediplerinden biri olarak bahsedilen er-Rundî (Lisânuddin el-Hatîb, 1975: III, 360) hicri yedinci asırda yaşamıştır.
Ebu’l-Bekâ’nın Gırnata’ya sık sık gittiği ve yöneticileriyle irtibata geçip onları şiirleriyle methettiği belirtilir (Lisânuddin el-Hatîb, 1975: III, 361). Esas ikamet yeri Runde şehri olsa da Endülüs şehirlerinin büyük bir kısmını ziyaret ettiği ve bu ziyaretlerinin kimi zaman aylar sürdüğü ifade edilir. Buna binaen, Ebu’l-Bekâ’nın ağıt yakacağı şehirleri önceden gördüğü ve onları şiirleriyle vasfettiği söylenebilir (Behnâm ve ‘Adnan, 2004: 21; Rahhâl, 1966: 82).
Sosyal ilişkileri gayet geniş olduğu anlaşılan er-Rundî’nin çevresinde emirler, vezirler, fakih, edip ve şairlerin olduğu yazdığı şiirlerinden net bir şekilde anlaşılmaktadır (Kârre, 2011; ed-Dâye, 1986). Ebu’l-Bekâ şiir ve nesir yazan iyi bir edebiyatçı olmasının yanı sıra kaynakların belirttiği üzere matematik ve ferâiz/miras ilminde yetkin, fıkıh ve hadis ilimlerinde de derin bilgiye sahip biridir (Lisânuddin el-Hatîb, 1975: III, 360-361). Ebu’l-Bekâ çoğu, vasıf olmak üzere yazdığı şiirlerin farklı türleri ve konuları arasında mersiye önemli bir yer alır. Sekiz yaşında iken ölen oğluna yazdığı bir mersiyesi bulunmaktadır.
Kaybettiği annesinin ardından babasını da kaybetmesi onu fazlasıyla hüzünlendirmiş ve bunun üzerine bir mersiye daha yazmıştır (Rahhâl, 1966: 57). Şiirin yanı sıra farklı konularda eser de yazmış olan Ebu’l-Bekâ’nın eserlerinin büyük bir kısmı günümüze ulaşmamıştır. Ancak bunlar, biyografisini yazanlar tarafından not edilmiştir. Cibril Hadisi üzerine bir kitap ve ferâiz ilmine dair de bir kitabından bahsedilmiştir. Ayrıca Ravdu’l-uns ve nuzhetu’n-nefs adında İslam tarihine dair bir eseri de vardır. Aruz ilmi üzerine bir eser ve şiir eleştirisine dair el-Kâfî fi nazmi’l-kavâfî isminde bir kitabı da vardır (el-Ensârî, 1984: IV, 137; Lisânuddin el-Hatîb, 1966: III, 360-36; el-Makkarî, 1980: IV, 486-490; ‘Anân, 1997: IV,49-50,456-457; Halîfe, DİA., XII, 298-299).
Kaynaklar Ebu’l-Bekâ’nın ilim, ahlak ve zühdünden övgüyle bahseder (Geniş bilgi için bkz. Mekkî, 1987: 276-323). Mersiyenin Kaynakları ve Miktarı Ebu’l-Bekâ er-Rundî’nin Endülüs Mersiyesi, yazıldığı zamandan beri ilgi görmüş, tarih ve edebiyat kitaplarında adı zikredilmiştir. İlgili kaynaklar ve mersiyenin beyit sayısı hususunda farklı bilgiler vardır: el-Makkarî, Ebu’l-Bekâ er-Rundî’yi Endülüs’ün son edebiyatçısı olarak nitelendirir ve ardından onun kasidesine yer verir. 43. beyitten sonra kaside burada bitti diye bir not düşer (el-Makkarî, 1980: I, 47-50).
Lisânuddin el-Hatîb, er-Rundî’nin hayatını, eserlerini, şiir ve nesrini uzun uzun ele alır kendisine nisbet edilen şiirlerin neredeyse tümüne yer verir. Ne var ki Endülüs Mersiyesi’ne bir işaret ile de olsa hiçbir gönderme yapmaz (Lisânuddîn el-Hatîb, 1975: III, 360372). Bu da bazı araştırmacıların bu kasidenin er-Rundî’ye ait olmayabileceği kanaatinde olabileceğini düşünmelerine sebep olmuştur. Biyografisini ele alanlardan biri de İbn ‘Abdulmelik el-Ensârî’dir. er-Rundî’nin şair olduğunu söyler ve iki kasidesine yer verir, ancak mersiyeden bahsetmez (el-Ensârî, 1984: IV, 136-139). Birçok edibin Endülüs’e ağladığını söyleyen İbn ‘İzârî el-Merrakişî bunlardan birisinin de Sâlih b. Şerîf er-Rundî olduğunu belirtir ve mersiyesinin 17 beyitine yer verir.
İbn ‘İzârî’nin yer verdiği kasidenin kimi kelimeleri diğer varyantlardan farklılık arz etse de esasta aynıdır (el-Merrâkeşî, 1985: 463-464). ‘Alî b. ‘Abdullâh b. Ebî Zer‘ (ö.741/1340) “İbnu’l-Ahmar, yukarıda adı geçen şehirleri Alfonso’ya verince Ebu’l-Bekâ Endülüs’e ağlayarak şu kasideyi söyledi” diyerek kasidenin 43 beytini aktarır (İbn Ebî Zer‘, 1972: 112-114). el-Makkarî Nefhu’t-tîb adlı eserinde “Endülüs’e ağıt konusunda şöhret bulmuş şiirlerden meşhur edebiyatçı Ebu’l-Bekâ Sâlih b. Şerîf er-Rundî’nin şu sözleridir” diyerek kasideye yer verir. 42 beyit olarak belirlediği kasidenin sonunda şu notu düşürür: “Eşsiz kaside burada bitti. Halk arasında, er-Rundî’nin vefatından sonra düşmanın eline geçen Gırnata ve Basta’nın da adının geçtiği bazı ilaveler vardır. Benim burada yer verdiğim beyitleri güvendiğim kişilerden aldım. Azıcık edebi zevke sahip olan kimse söz konusu ilavelerin belâgat açısından aslına asla yaklaşmadığını görür.
Kanaatime göre Endülüs’ün diğer şehirlerinin düştüğünü görenler çok hoşlarına giden bu mersiyeye yeni beyitler ekleyip kral ve idarecileri direnmeye teşvik etmek istemişlerdir” (elMakkarî, 1980: IV, 486-490). eş-Şihâb el-Hafâcî (ö.1069/1658) kasideyi Osmanlı sultanı Sultan Süleyman döneminde Endülüs’te esir düşen Yahyâ el-Kurtubî (ö. 537/1142)’ye nisbet eder. Ve esir iken yazdığı bu kasideyi İslam ülkesine ağıt olarak yazıp Osmanlı sultanlarına gönderdiğini belirtir. el-Hafâcî kasideyi 61 beyit olarak kaydeder (el-Hafâcî, 1273: 182-184). Kasidenin Özgünlüğü Yukarıda da belirtildiği gibi elimizdeki Endülüs mersiyesi şehir mersiyelerinin ne ilki ne de sonuncusudur.
Bundan önce de hem Doğu’da hem Endülüs’te şehir mersiyeleri yazılmıştır. Dolayısıyla daha önce söylenen mersiyelerden etkilenmemiş ve geçmişin tecrübelerinden yararlanmamış olmak mümkün değildir. Oldukça içten ve samimi duygularla söylenmiş bu mersiye, doğrudan insanların gönüllerine hitap ettiği ve duygularını okşadığı için Endülüs’te ve tüm İslam dünyasında şöhret bulmuştur. Öyle ki nesir edebiyatının prensi olarak kendisinden bahsedilen Şekib Arslan bu kaside için şöyle demiştir: “Bu mersiye İmruu’l-Kays’ın “Kıfâ nebki min zikrâ habîbin ve menzili” kasidesini geride bırakmıştır.
Bu güne kadar insanlar bu kaside kadar duyguları harekete geçirip canlandıracak ve onları duyarlı hale getirecek bir kasideyle karşılaşmamışlardır. Ayrıca kaside, yapısı ve kurgusu itibariyle özgün ve eşsizdir” (Arslan, ts., III, 546). Birçok Arap şair de Ebu’l-Bekâ er-Rundî’nin mersiyesine nazireler yazmıştır. Yazılan en önemli nazire şüphesiz Ahmed Şevkî’nin Dimaşk için yazdığı mersiyedir. Aynı kafiyeyi kullanan Ahmed Şevkî, Dimaşk’ın başına gelenler kendisine Endülüs’ü hatırlatmıştır. Bunun üzerine meşhur Endülüs mersiyesinin tarzı üzerine 41 beyitlik bir mersiye yazmıştır (Şevkî, 2001: II, 98-100). Hicri IV. Asırda Ebu’l-Feth el-Bestî (ö.402/1011) tarafından aynı vezin ve kafiye ile yazılmış ve içeriği itibariyle mersiye olmasa da Ebu’l-Bekâ’nın mersiyesiyle ortak manalar taşıyan bir kaside bulunmaktadır (el-Bestî, 1989: 186-192).
Bu kasidenin er-Rundî’nin kasidesinden önce yazılmış olması, vezin ve kafiyelerinin aynı olması bazı araştırmacıları bunun özgün olmadığı aksine taklit ve muaraza olduğu düşüncesine sevk etmiştir (Ebû Sa‘da, 1989: 130-131). Ancak iki kasidenin konusu farklıdır. el-Bestî’nin kasidesine hikmet ve öğüt hakim iken, er-Rundî’nin kasidesi ise mersiye olması bakımından farklılık arz etmektedir. Kasidelerdeki bahir ve kafiyenin aynı olup bazı kelimelerin benzerliği yüzünden kasideyi taklit olmakla nitelendirmek haksızlık olur. Bu durum kasideyi, muaraza veya nazire de yapmaz. Bilakis eski, farklı bir coğrafyada ve farklı bir konuda söylenmiş bir kasidenin şekil ve musiki yönlerinin alınıp uzak bir coğrafyada ve farklı bir konuda yeni bir duyguyla başka birinin bir kaside yazması, olsa olsa şairin deha ve becerisini ortaya koyar. Kimi araştırmacılara göre, kasidenin Ebu’l-Bekâ er-Rundî’ye nisbetini tartışır hale getiren üç sebep vardır. a- Kasidenin Endülüs tarihini ele alan el-İhâta gibi önemli bir eserde yer almaması. b- el-Hafâcî’nin kasideyi Yahya el-Kurtubî adında başka bir şaire nisbet etmesi. c- er-Rundî’nin, birçok şiirine atıf yaptığı ve bir kısmına uzun uzun yer verdiği el-Vâfî fî nazmi’l-kavâfî adlı eserinde bu mersiyeye yer vermemesi (eş-Şihâvî, 1421: 125).
Ancak meseleye daha ilmi yaklaşıldığı zaman bu gerekçelerin hiç birinin söz konusu iddiayı desteklemediği görülecektir. Zira, kasidenin el-İhâta gibi önemli bir kaynakta yer almaması, kasidenin yer aldığı diğer kaynakları geçersiz hale getirmez. Kaldı ki kasidenin elİhâta’da yer almamasını şu iki sebebe bağlamak mümkündür. a- el-İhâtayı istinsah eden katip kısaltma amacıyla veya şöhretinden dolayı yazmaya gerek olmadığı düşüncesiyle kasideyi ihmal etmiştir. b-İbnu’l-Hatîb, Endülüs şehirlerinin düşmanın eline düşmesinde ihmali ve kusurları bulunan ayrıca sorumlu tutulan Benu’l-Ahmar krallarına yaranmak ve onları öfkelendirmemek için yer vermemiş olabilir. Zira bu mersiyenin kitapta yer alması, dönemlerinde Endülüs felaketinin gerçekleştiği büyük atalarını kötüler veya suçlama anlamına gelir. Bu ikinci ihtimal daha güçlü görünmektedir.
Kasidenin Yahya el-Kurtubî’ye nisbet edilmesi doğru bir iddia değildir. Zira elHafâcî’deki kasidede er-Rundî döneminde düşmeyen bazı şehir isimleri geçer. Oysa Ebu’l-Bekâ’nın kasideyi nazmettiği 665/1266 yılından sadece yirmi yıl sonra yazılan İbn ‘İzârî’nin el-Beyânu’l-Muğrib’inde bu ilaveler yoktur. Nitekim kaside bu kaynakta eksiksiz tam olarak yer alır. Aynı şekilde 679/1280 tarihine kadarki tarihi vakalara yer veren İbn Ebî Zer‘ın (ö.741/1340) ez-Zahîretu’s-seniyye’sinde de yer alır. Bu iki eser de Endülüs’ün en güvenilir ilk tarih kaynaklarıdır. Kaldı ki VII. asır ile XI. Asır arasında çok büyük bir zaman aralığı vardır. Kasidenin el-Vâfî fî nazmi’l-kavafî’de yer almaması veya kendisine işarette bulunulmaması söz konusu kitabın, kaside yazılmadan önce telif edilmiş olma olasılığından da olabilir (Behcet, 2006: 303-331; ed-Dâye, ts.: 168; el-Vânlî, 1992).
Kaynak: BİR ŞEHİR MERSİYESİ ÖRNEĞİ: EBU’L-BEKÂ ER-RUNDÎ’NİN ENDÜLÜS MERSİYESİ A CITY ELEGY EXAMPLE: ABU’L-BEQA SALEEH B. SHERIF AR-RUNDI’S ELEGY FOR ANDALUSIA Abdulhadi TİMURTAŞ· Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi The Journal of International Social Research Cilt: 8 Sayı: 36 Volume: 8 Issue: 36 Şubat 2015 February 2015 www.sosyalarastirmalar.com Issn: 1307-9581, mirkad.org 

About The Author

0

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir